Ebeveyn Yaklaşımları
Dünyaya bir ötekinin varlığına muhtaç şekilde geliriz, hatta bebeklik çağında kendimizi annemizin uzantısı gibi hissederiz, kendimizi ondan ayrı ondan bağımsız düşünemeyiz, sesi, kokusu, odadaki görünümü bile bizi sakinleştirmeye yeter. Biraz daha büyüyünce ailedeki diğer bireylerin varlığı, onların birbirleriyle ve bizimle olan iletişim şekli, içinde yaşadığımız ev ve yaşam tarzı bizi artık yavaş yavaş şekillendirmeye, karakterimizi inşâ etmeye başlar.
Bir çocuğun üç ebeveyni vardır derler. Annesi, babası ve bu ikisinin arasındaki ilişki.. Başkalarıyla nasıl konuşacağımızı, nasıl seveceğimizi, nasıl saygı duyacağımızı öğrendiğimiz bu üçüncü ebeveyn bizim kişilik örüntümüzün temelini oluşturur. Bugün olduğumuz halimiz, duygularımız düşüncelerimiz, karakterimiz hep bu ilişkiden izler taşır desek abartmış sayılmayız.
Doğup büyüdüğümüz evde bizimle nasıl konuşulduysa zamanla iç sesimizde aynı dili konuşmaya başlar , Örneğin; “Eğer yeterince çabalarsan senin başaramayacağın şey yok” cümlesiyle desteklenmişsek, her hangi bir şeyi başaramasak bile her zaman bir yolunu bulacağına inanan, kendine güvenen, çalışmanın gücüne inanan yetişkinler oluruz. Ama çocuklukta “Senden adam olmayacak, ne yapsak olmuyor” gibi manipülasyonlara maruz kalmışsak yetişkinlikte başaramadığımız her olayda zaten ben ne yapsam olmayacak diyen depresif ve umutsuz bireyler oluruz.
Sözde sihir vardır diyor Peygamber efendimiz (sav) . Yetişkinler çocuk yetiştirirken bu hadisi şerif üzerine çok düşünmeli ve gücü kendi ellerine almalı. Madem ki ağzımızdan çıkan sözlerle şekilleniyor çocuğumuzun hayatı, öyleyse eşler birbiri ile konuşurken, kendi anne babalarıyla, eş dostlarıyla konuşurken ve bilhassa çocuklarıyla konuşurken bu güçlerini fark etmeli, ona göre hareket etmelidir.
Nasıl birisi olmasını istiyorsak öyle davranmalıyız çocuğumuza. Saygın biri olmasını istiyorsak, saygın biri gibi davranmalıyız, sevgi dolu olmasını istiyorsak sevgimizi cömertçe göstermeliyiz. Çalışkan, duyarlı , merhametli biri olmasını istiyorsak tüm bu konularda olumlu örnek teşkil etmeliyiz.
Fakat tam bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var, tüm bu farkındalıklarla çocuk büyüten bir yetişkin olmak aslında meşakkatli bir yolculuğa çıkmak demek. Kendimizle yüzleşmek, kendi ebeveynlerimizden gelen otomatik tepkilerimizi fark etmek, bunlar üzerinde çalışmak ve düzeltmek demek. Duygusal tepkilerimizi yönetebilme becerimizi geliştirmek hayat yolculuğunda önce kendimiz için sonra da çocuğumuz için yapacağımız en büyük iyilik diyebiliriz.
Çocuk bir hata ile size geldiğinde ona hemen bağırarak tepki vermeyeceğinizden, herkesin içinde rencide etmeyeceğinizden emin olmalı ki, her derdini, her çaresizliğini gelip size anlatabilsin. Çocuğunuzun “Annem /babam bu olaya kızsa da beni anlayacak ve en doğru çözümü bana gösterecektir” diyebilmesi çok kıymetli bir kazanımdır. Ancak bu şekilde onu yalnızlıktan, toplumdaki kötü alışkanlıklardan, zorbalıklardan ve tuzaklardan koruyabilirsiniz.
Elbette bu yaklaşım ‘çocuğun tüm hatalarını kabul edelim, ona hiç kızmayalım’ tarzında bir yaklaşımla karıştırılmamalı. Çocukların hata yapma hakları vardır, ve hata yaptıklarında bedel ödeyeceklerinin farkında olarak büyümelidirler. Mutlaka bir şeylerden mahrum kalmalı, sorumlulugunu almalı ancak bunu yaparken sizin denge halini gözetmeniz önemlidir.
Çocuklara güvenmeli ve bazen bazı konularda akıl danışmalı, fikirlerine önem verdiğimizi hissetirmeliyiz. Aile toplumun en küçük parçası, sosyal hayatın provasıdır. Bu sebeple “hayat aslında yedi yaşına kadardır, geri kalanı onun tekrarıdır” derler. Doğup büyüdüğü evde güvenilmeyen, nazik, aşırı koruyucu büyütülen çocuklar dış dünyanın gerçekten çok korkunç, kendilerinin de bununla baş edemeyecek kadar güçsüz olduğuna inanırlar. Bu durum da çocuğu özgüvensiz ve bağımlı yapar. Bağımlı çocuklar hata yapmaktan korkar, psikolojik sağlamlığı ve esnekliği olmadığı için dış dünya ile nasıl baş edeceğini bilemez. Sürekli onay beklerler, ve hep başklarının fikrine danışma ihtiyacı duyarlar. Ve maalesef ki, böyle çocuklar yaralayıcı davranışlara maruz kalmaya diğerlerinden daha fazla açık olur. Başlarına gelen zorbalığa, şiddete , istismara daha kolay boyun eğerler ve bununla baş edemedikleri için de kendilerini suçlarlar.
Bunun tam tersi durumunda ise senaryo bambaşkadır. Sürekli “sen bitanesin, her şeyin en iyisini hak ediyorsun, aslansın, kaplansın ,ben varken sana kimse bir şey yapamaz” şeklinde aşırı özgüven pompalamak, pervasızca tüm sınır ihlallerine izin vermek, tüm dünyanın ona hizmet için var olduğuna inandırmak yukarıda bahsettiğimiz zorbalığı yapan , trafikte canavarlaşan, kasada sıra beklemeyen, sosyal hayata uyum sağlayamayan yani toplumun başına dert olan bireyler yetiştirmesine hizmet etmek demek.
Öncelikle ebeveyn,nasıl bir sorumluluk içinde olduğunu fark etmeli, anne karnından başlayarak kendisinin çocuğunun iyilik halini gözetmeli. Yediğine, içtiğine, izlediğine önce kendisi dikkat etmeli. Sonra evladının fiziksel ve ruhsal olarak dengeden kalması için elinden gelen ihtimamı göstermelidir.
Çocuğunu hem tüm kötülüklerden korumalı ancak zamanı geldiğinde kendisini kourayacak donanımı da ona öğretmelidir. Günlük ev akışındaki rutin, görev dagılımı ve kısa süreli ekransız aile sohbetleri esnek ve rahat bir zihin yapısı açısından oldukça kıymetlidir. Koşulsuz sevgi ve onaylanma ihtiyacı sonradan yeri çok zor doldurulan duygulardır.
Çocukları takdir etmeyi öncelemeli, önemsemeli, ihmal etmemeliyiz. Bunu yaparken bizzat kendisini değil, iş yaparken gösterdiği emeği ön plana çıkarmalıyız.
Ezbere bir övgü değil detaylı bir ilgi ile övmeliyiz. Örneğin “Harika bir resim yapmışsın, muhteşem olmuş!” demek yerine, “Bu resme çok emek verdin, bulutları da çok güzel çizmişsin tebrik ederim.” diyebiliriz. Bazen “Belki bir dahaki sefere kuşları da eklersin.” gibi geliştiren cümlelerle de destek olabiliriz. Böylelikle çocuk “Benim yaptığım her şey en güzeldir.” değil de “Yeterince emek ve dikkatle en güzeli yapabilirim.” fikrini benimseyecektir. Böylelikle gereksiz özgüven patlaması yaşayan bireyler değil, mükemmeliyetçilikten uzak, yeterince iyi olmaya çalışan, sorumluluk alan bireyler yetiştirmiş oluruz.